1. Ünite – Kavramsal Çerçeve: İsimlendirme ve Bölgesel Kimliğin İnşası
BÖLGESEL KİMLİK: TANIMLAMA VE AYRIŞTIRMA SÜREÇLERİ
Kişiler, gruplar ve toplumların kendilerini tanımlamaya yönelik oluşturdukları kurguya kimlik denir. Ancak kimlik çok yönlü ve çok boyutlu bir olgudur. Tahayyül, tasavvur ya da tespite dayalı kendini tanımlama unsurları yanında; kişi ya da birimlerin başkalarını, başkalarının da kimliğe konu kişi ya da birimleri nasıl “algıladıkları” önemlidir ve kimliğin birer parçası olarak tanımlarda dikkate almak gerekir. Ayrıca kimlikler durağan bir olgu değil, kesintisiz bir varoluş sürecine tabidirler. Başka bir deyişle kimliğin meydana gelmesi tarihsel, kültürel, toplumsal ve mekânsal etkileşimlere açık bir inşa sürecinin sonucudur. Müşahhas ve mücerret, maddi ve manevi yönlere sahiptir. Bölgesel kimliklerin nasıl oluştuğu ve nasıl bir evrim geçirdiğine ilişkin tartışmalar da inşacı kuramın ilgilendiği başlıca konulardandır. Topluluklar arası etkileşimin zaman içinde ürettiği belli bir mekâna ilişkin ortak bilgi, anlam ve değer yargılarının sonucunda bölgeler ortaya çıkmakta ve aynı mekânın ortak insani unsurları ile birlikte de bölgesel kimlikler oluşmaktadır. İnşacı kurama göre bölgeler, aktörler arası ilişkiler ile yapıların karşılıklı etkileşimi neticesinde ortaya çıkmış yapılardır. Bu yapıların ortaya çıkışı aktörlerin tasarladığı belirli ve bilinçli bir siyasi program dâhilinde de olabilir. Bu açıdan bakıldığında ise bölgesel kimliklerin kimler tarafından, kimler için ve kimlere karşı oluşturulduğu soruları önem kazanmaktadır.
Balkanlar ortak özellikler arz eden belli bir Coğrafi alanda tanımlanan, kültürel çeşitliliği olan, çeşitli dinleri ve dilleri bünyesinde barındıran çok yönlü bir kimliğe sahiptir. Balkan coğrafyasında yaşayan toplulukların ekonomik, siyasal, kültürel ve toplumsal yapıları yüzyıllar içinde büyük değişikliklerden geçerek bugünlere gelmiştir. Etnik gruplar açısından büyük çeşitlilik göstermekte olan bölge Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Makedonlar, Romenler, Arnavutlar, Yunanlar ve Türkler gibi birçok etnik grubun kültürel özelliklerinin ya doğduğu ya da geliştiği ama birbirlerini derinden etkilediği çok açık olan bir bölgedir. Balkanlar’ı oluşturan bu etnik grupların alışkanlık ve geleneklerinin; yeme içme, giyim-kuşam, müzik, mimari, din ve dil gibi kendilerine has görünen özelliklerinin tümü zamanla Balkan kimliğinin bir parçası hâline gelmiştir.
RUMELİ’DEN BALKANLAR’A KİMLİKLER VE BALKANİZASYON
Osmanlıların bölgeyi tanımlamak için “Rumeli” kavramını kullandıkları bilinmektedir. Ancak kavramın kökü olan Rum kelimesini, İranlılar ve Anadolu’ya gelen Türkler özellikle 11. yüzyılda yaygın bir şekilde kullanmıştır. Rum, Roma’ya işaret etmektedir. Rumeli (Rumelia, Roumelia) ise Rumların yani Romalıların ülkesi, Roma İmparatorluğu’nun ya da o zamanlar Bizans İmparatorluğu’nun sahip olduğu İran’a en yakın toprakları anlatmaktadır. Yine o zamanlarda Anadolu topraklarına Diyar-ı Rum, Anadolu Selçuklularına da Rum Selçukluları denmiştir. Pek çok ileri gelen zatta olduğu gibi Mevlana Celaleddin için Rumî sıfatının kullanılması da aynı anlayışın bir ürünüdür. Hatta Osmanlıların klasik dönemlerinde mekânsal anlamına ilave olarak toplumsal bir içerikle karşımıza çıkan Rumelili kavramı; genel anlamda Osmanlı Türklerini diğer Asyalı Türklerden ayırmak için ve özel anlamda da İmparatorluğun şehirli, eğitimli ve kültürlü bir sınıfını anlatmak için kullanılmıştır. Ancak Osmanlıların Balkanlar’a geçmesi ile kavram yeniden daha çok belli bir mekânı isimlendirmiş, imparatorluk ile birlikte eyalet yapısı belirginleşen Osmanlı Devleti’nde Anadolu’nun ötesindeki Avrupa topraklarına Rumeli Eyaleti denir olmuştur.
Anadolu ve Rumeli Beylerbeyleri ve Kazaskerleri gibi paye ve rütbeler bu dönemin ürünüdür. Kısaca, Rumeli, klasik dönemde Osmanlının Avrupa’daki topraklarına verilen özel bir isim hâline gelir. 17. yüzyıldan başlayarak kurulan yeni eyaletler ve 18. yüzyılın arifesinde başlayan toprak kayıpları sonucunda Rumeli eyaletinin sahası giderek daralmış ve 1864’ten sonra yürürlüğe giren Vilâyât-ı Umumiye Nizamnâmesi ile birlikte Rumeli Eyaleti de ortadan kaldırılmıştır. Balkan Savaşları neticesinde Osmanlı, Batı Trakya dışında bölgenin tamamını kaybetmiştir. Ancak bugün bile kullanılan Rumeli, Urumeli veya Urumcuk kelimeleri bir Osmanlı mirasıdır: Modern Türkiye’nin Avrupa yakası, yani İstanbul’un Avrupa yakası
ile birlikte tüm Trakya’yı; konuşma dilinde de zaman zaman Osmanlı Balkanları’nın tamamını anlatmaya devam etmektedir. Balkan kelimesinin kökeni Türkçedir. “Sarp ve ormanlık sıradağ; sık ormanla kaplı dağ; yığın, küme; sazlık, bataklık” gibi anlamlara gelmektedir. Osmanlıda da yaygın bir kullanıma sahip olduğu bilinir. Zamanla önce Türkçe konuşan topluluklar, sonra da Batılı ülkeler ve oradan da tüm dünya tarafından kullanılagelmiştir.
Metafor: Bir kavramın anlatılmasında benzer özelliklerinden dolayı başka kavramların kullanılması anlamına gelmektedir. Balkanlar’ın ‘barut fıçısı’ metaforu ile anılmasına sebebiyet veren silahlı çatışmaların başında 1878 yılındaki Makedonya olayları, 1885 Sırp Bulgar Savaşı, 1903 İlinden Ayaklanması, Sırp Kralı Obrenoviç’in 1903’te ve Avusturya- Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand’ın 1914’te öldürülmeleri gelmektedir.
Oryantalizm: Yakın ve Uzak Doğu toplum ve kültürleri, dilleri ve halklarının
incelendiği Batı kökenli ve Batı merkezli araştırma alanlarının tümüne verilen ortak ad.
DOĞU AVRUPA, YUGOSLAVYA VE GÜNEY DOĞU AVRUPA
“Doğu Avrupa”, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişi ve Soğuk Savaş’ın başlamasıyla birlikte Balkanları da içine alan ve coğrafyadan öte ideolojik bir birliği temsil eden bir kavramdır. Baltık Denizi’nden Adriyatik’e uzanan ülkeleri kapsayan bu tanım 1989’dan itibaren yerini başka oluşumlara bırakmıştır. Bu dönemde Doğu Avrupalı kimliğine paralel olarak ortaya çıkan başka bir kimlik de Yugoslavyalılıktır. Yugoslavya üst kimliğiyle coğrafyayı oluşturan uluslar bir potada eritilmeye ve bölgesel farklılıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Toplumların kendi yerel müzikleri unutturulmaya çalışılmış, yerine o dönemde bestelenmiş Yugoslav halk müziği geçmiştir. Yine bu dönemde bestelenen Yugoslavca şarkılarda genel olarak Güney Slavlarının kahramanlıkları konu edilerek Sırp, Hırvat, Boşnak Makedon kimliklerinin yerine Yugoslav kimliği yüceltilmiştir. 2000’li yıllarda sarsıntılı bir dönemden geçen Balkanlar’da bugün bile “Yugoslav” kimliğin sahip çıkma eğilimleri gözlemlenmektedir. Yugoslav ve Doğu Avrupalı kimliğine dönüş isteği kendini bir boşluğun içine düşmüş hisseden bölge insanı için eskiye duyulan özlemin bir ifadesi olmuştur. 1990’lı yıllarda meydana gelen etnik çatışmalarla birlikte bölge çok karmaşık bir yapıya kavuşmuştur. Bölgede birleştirici unsurlar olarak ele alabileceğimiz ortak kültürel unsurlar erozyona uğramıştır. Ortak unsurlardan en önemlisi olan din 19. yüzyıldan itibaren bağımsız ulusal kiliselerin kurulmasıyla bu özelliğini kaybetmiştir. Öte yandan Türkler, Arnavutlar ve Boşnaklar gibi Müslüman unsurlar da yine aynı şekilde 19. yüzyıldan itibaren gerek Katolikler gerekse Ortodokslar tarafından coğrafyanın ötekisi muamelesine tabi tutulmuşlardır. Boşnaklar ve Arnavutlar üzerinden yürütülen politikalarla Sırplar İslamofobiyi körüklemiştir. Bu koşullar altında bölgede otorite boşluğunu doldurmayı amaçlayan Avrupa Birliği’nin işi çok zor görünmektedir.
İslamofobi: İslam fobisi (korkusu) anlamına gelmektedir. İslamofobi aynı zamanda bir ötekileştirme sürecine işaret etmektedir. Özellikle 11 Eylül 2001’deki New York’taki İkiz Kulelere yapılan saldırının ardından Batı dünyasında İslam ve terörizm kavramları daha sık bir araya getirilmeye başlanmıştır. Radikal partiler İslamofobiyi Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanların potansiyel teröristler olarak algılanmasını sağlamak için kullanmaktadır.
BÖLGESEL KİMLİĞİN DAHİLİ DİNAMİKLERİ
Bölgesel kimliğin ortaya çıkmasında harici aktörlerin oynadıkları rolün yanı sıra en az bunlar kadar önemli bölge toplumlarının oynadıkları rolden ve kendilerini nasıl tanımladıklarından da bahsetmek gerekmektedir. 19. yüzyılda ulus-devletlerin bölgede ortaya çıkmasında en önemli paya sahip olan yerel elitler, oluşturdukları bu yeni devletleri Batılı tarzda modern bir yapıya kavuşturmak için oldukça yoğun bir çaba harcamışlardır. Meydana gelen bu ulusdevletlerin Batılı tarzda modern yönetimlere kavuşması, eğitim sisteminin, ekonomik yapı ve toplumsal hayatın Batı örneğinden yola çıkarak yeniden inşası bu elitlerin öncelikli hedefleri arasında yer almıştır. Yerel entelektüel sınıf, siyasi görüşleri ne olursa olsun kendilerini ve dolayısıyla kurdukları devletleri Avrupa’nın bir parçası olarak görmüşlerdir.
BALKAN KİMLİĞİNİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
Planlı ve programlı bir şekilde devam eden bölge halklarını “kimliklendirme”, “bölgeye kimlik ithali’ ve “Avrupa ve dünya ile bütünleşme” çabalarının yanı sıra Balkanlar’ın kendi içinden kaynaklanan kendi Balkanlı kimliğine sahip çıkma çabası da gözlemlenmektedir. Bu alternatif Balkan kimliği, ne Batı’nın bölge için yaratmaya çalıştığı Güney Doğu Avrupalı kimliğini, ne Yugoslav kimliğini ne de bölgesel- yerel kimlikleri inkâr etmekte; aksine bu üç unsurun karışımı olan yeni bir “Oryantal Balkan” kimliği yaratmayı hedeflemektedir. Bu yeni akımda Batı motişerinin yanı sıra Doğulu özellikler de ön plana çıkmaktadır. Öncelikli olarak genç nesil tarafından benimsenen bu alternatif Balkanlı kimliğinin, Yugoslavya’da doğup büyümüş ve ‘Yugonostalji’ diye tabir edilen duyguya sahip orta yaşlı nesli de derinden etkilediği görülmektedir.
Yukarıdan Balkanlaşma: Etnisiteler arası dayanışmayı ve bölgesel sosyokültürel kimliği yok eden, bunları şiddet yoluyla ulus-devlet sisteminde bir araya getirmeye ve kapitalist dünya-ekonomisi ile bütünleştirmeye icbar eden ve yakın dönemlerde de neo-liberal kültürel kolonyalizmi dayatan tarihsel bir projedir.
Aşağıdan Balkanlaşma: Sosyokültürel yakınlıkları, etnisiteler arası aktiviteleri, dayanışma ve karşılıklı yardımlaşmadan doğan gelenekleri destekleyen bir gelişmenin ürünüdür. Bu çoğulcu kültürel gerçeğin de bu bölgede yaşanan antiotoriteryen yerel özyönetimlerde, arazinin ortak
kullanımı örnekleri ve federatif hareketlerde kendisini gösterdiğini ifade etmektedir.
BALKANLAR’DA KİMLİK VE SİYASET
Balkanlar’da siyaset ile kimlikler arasında yakın bir ilişki olduğu, buraya kadar anlatılanlar dikkatle takip edilecek olursa açık bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Balkanlar’da siyasetin kapısından içeriye kimlikler olmadan, kimlikleri görmeden ve kimlikleri anlamadan girilemez. Ancak bunu söylemekle birlikte, bölgedeki tüm siyasetin sadece kimlikler tarafından belirlendiğini iddia etmek de çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Bizatihi kimlikleri belirleyen tarih, coğrafya, kültür, toplumsal ve ekonomik yapı gibi unsurlar aslında iç siyaseti olduğu kadar dış siyaseti de belirleyen önemli unsurlar arasındadırlar. Bir başka ifade ile maddi-manevi, dâhili-harici unsur ve faktörlerin, hem yerel ve ulusal hem de bölgesel ve küresel siyasetin belirlenmesinde önemli olduklarının altını bir kez daha çizmek gerekir Çünkü bizatihi oldukça karmaşık bir yapıya sahip olan siyasetin doğası onun tek bir nedenle izah edilmesine müsait değildir. Siyaset ister devletin kurum ve organlarının faaliyetlerinin bütünü olarak, ister bir güç mücadelesi ya da farklı amaçları olan çeşitli güç merkezlerinin bir arada yaşamaları için aralarında yaşanan pazarlık, müzakere ve uzlaşma süreci olarak algılansın ve tanımlansın; onu etkileyen pek çok aktör ve faktörün varlığını kabul etmek anlamına gelecektir.
Topluluk, grup, ulus, devlet ya da ülkesel ölçekte siyasetten bahsettiğimiz zaman en azından bu siyasal varlıkların bir boşlukta yaşamadıklarını bir varsayım olarak kabul ediyoruz demektir. Bu durumda bahse konu siyasetin bir mekânda cereyan ettiğini de kabul etmek gerekecektir. Bu anlamda içinde bulunulan bölgenin veya içinde yaşanan ülkenin sahip olduğu Coğrafi konum ve koşullardan bahsetmeden o ülkeye ilişkin siyasal olan ve alandan söz etme imkânı da yoktur. Platon’dan İbn-i Haldun’a ve Montesquieu’ye kadar birçok düşünür Coğrafi faktörlerin siyasetin temel dinamikleri üzerindeki etkisi konusunda pek çok iddia ortaya atmışlardır. Bir ülkenin yeryüzü şekilleri, iklimi, şora ve faunası insanların ve toplulukların kimliklerini, kişiliklerini, psikolojilerini; tavır, hâl ve hareketlerini ciddi ölçüde belirlemektedir. Bunlar elbette insanların ve grupların siyasal hayatlarını, hareketlerini ve duruşlarını da etkileyecektir. Coğrafi anlamda bir ülkenin sadece yeryüzündeki konumu bile o ülkeye ilişkin algıları etkilediği kadar o ülkenin politikalarını ve o ülkeye ilişkin başka ülkelerin politikalarını da derinden etkileyebilmektedir. Uluslararası İlişkiler teorilerinde özellikle jeopolitikçiler bu konuda çok ciddi iddialar eşliğinde çok değişik yaklaşımlar ileri sürmüşlerdir. Balkanlar bu açıdan oldukça ilginç bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Coğrafyadan bahsetmeden Balkanlar’da siyaseti anlamak elbette mümkün değildir.