Tarih :4.11.2013
İNSAN HAKLARI VE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ ULİ303 - AÖF Ders Notları Ünite 1 - AÖF Ders Özetleri-- açıköğretim, aöf arasınav, aöf bütünlama, aöf ders özeti.aöf konu özeti, aöf final, aöf çıkmış sorular

1. Ünite – İnsan Hakları: Kaynağı, Felsefi Temelleri ve Gelişimi

İNSAN HAKLARI KAVRAMI

İnsan hakları -kelime anlamı olarak- bir kişinin sırf insan olduğu için sahip olduğu haklar demektir. Buna göre insan, insan olmak sıfatıyla, yapısı gereği vazgeçilmez, devredilmez, zamana aşımına uğramaz haklara sahiptir. Bir insanın bu haklara sahip olması, belli bir kimliğin üyesi olmasına, belirli bir işi yapmasına, bazı özellikler taşımasına ve birtakım görevleri yerine getirmesine bağlı değildir; bu haklar sadece insan olmasından dolayı ona aittir.

İlki, insan haklarının siyasal iktidarı sınırlandırmasıdır. Bu haklar, devletin hareket alanını kısıtlamayı ve böylelikle insanlara dokunulmaz özgürlük alanları sağlamayı amaçlar. Bu nedenle insan haklarına dayanan iddia ve talepler doğrudan doğruya devlete karşı ileri sürülür. Bu iddia ve taleplerin hedefi, devletin insan haklarına dayandırılması ve her türlü uygulamasında insan hakları duyarlılığı ile hareket etmesini sağlamaktır.

İkincisi, insan haklarının, insanların pozitif hak taleplerini temin etmek için devletin etkinlik alanını genişletmeye yönelik talep ve iddiaların dayanağını teşkil etmesidir. Sanayi Devrimi ile birlikte insan hakları talepleri yeni bir boyut kazandı. Buna göre sadece negatif hakların tanınması insanları gerçek manada özgür kılamazdı. Gerçek bir özgürlük için insanların pozitif haklarla da donatılması ve bu hakların da devlet tarafından tanınması gerekiyordu. Bu görevle yükümlü kılınmasının bir sonucu olarak devlet, zaman içerisinde sosyal, siyasal ve hukuki alana daha fazla müdahale edebilir bir konum kazandı Günümüz dünyasında insan hakları, hukuki ve siyasi taleplerin ve tartışmaların odağında yer almaktadır. İnsan haklarına saygı gösterilmesi talebi, çağımızın en etkili ve en yaygın siyasi ahlak çağrısıdır ve devletlerin meşruluğunun dayanaklarından biridir. Alman filozof Jürgen Habermas’a (1929-) göre, modern demokrasilerde meşruiyetin iki kaynağı vardır: Biri ulusal iradedir, diğeri ise insan haklarıdır. İnsanların hayatını ve özel özgürlüğünü -yani kişisel hayat planlarını izlerken ihtiyaç duydukları hareket alanlarını- güvence altına alan ve bizatihi meşruiyet ifade eden bir yasa egemenliğini temellendiren insan hakları, ulusal iradeye paralel olarak meşruiyetin ikiz kaynaklarından birini teşkil eder. İnsan hakları, siyasal rejimlerin meşruluğunun temelidir; yönetimler ve onların uygulamaları ancak insan haklarına riayet ettikleri nispette meşru addedilirler.

 

İNSAN HAKLARININ KAYNAKLARI

İnsan haklarının nereden kaynaklandığını ve hangi nedene dayanarak bu hakların en üstün ahlaki iddialar olduklarını açıklamak için birçok kavrama başvurulur. Bu kavramların önde gelenleri doğal hukuk, insan doğası ve insan değeri kavramlarıdır.

 

Doğal Hukuk

Doğal hukuk, belli bir ülkede ve zamanda uygulanan değil fakat uygulanması gereken ve sosyal ihtiyaçları adalete en uygun biçimde karşılayacağı düşünülen hukuktur. Doğal hukuk, “ideal hukuk”u ifade eder doğal hakların özellikleri

1. Doğal haklar doğuştan sahip olduğumuz devredilmez ve vazgeçilmez haklardır. İnsanlar doğal haklarla birlikte doğarlar, bu haklar insan olarak varoluşumuzun ayrılmaz bir parçasıdır.

2. Doğal haklar toplum-öncesidir ve toplumun varlığından bağımsızdır.

3. Doğal haklar mutlaktır; hiçbir düşünceyle geçersiz kılınamaz, uygulamadan alıkonulamaz, kapsamları daraltılamaz ve pazarlık konusu yapılamaz.

4. Doğal haklar evrenseldir; zaman ve mekâna bağlı olmaksızın bütün insanlar doğal haklara sahiptirler.

İnsan Doğası

İnsan haklarının kökeninde insanlık veya insan doğasının yattığını söyleyen Jack Donnely ise insanın ahlaki doğasını ahlaki bir postüla olarak kabul eder. Bu anlamda insan doğasının, bilimsel olarak araştırılan ihtiyaçlara dayanan “insan doğası ile” ile ilişkisi çok zayıftır. İnsan doğası, insan olarak var olabilmek ve onurlu bir hayat sürebilmek için zorunlu olan etkinlikleri gerçekleştirebilme potansiyelini ifade eder. İnsan doğası her insanın temelde aynı ve eşit derecede ahlaki erdemlere sahip olduğu düşüncesine dayanır. İnsan hakları ise insani imkânların kaynağını oluşturan bu ahlaki görüşü hayata geçirmek için belli kurum ve uygulamaların gerekliliğini gösterir.

 

İnsanın Değeri

“insanın değeri” derken anlatılmak istenen şudur: Taşıdıkları özellikler ve meziyetlerden bağımsız olarak bütün insanlar –sırf insan bireyleri oldukları için- bir değere sahiptirler. İnsanlara değer vermek, aynı zamanda onlar için önemli olan şeylere de (mesela özgürlük ve iyiliklerine) değer vermeyi zorunlu kılar. Değer, insanlara eşit olarak atfedilir ve bu nedenle de insan bireylerine eşit haklar atfetmenin de temelini oluşturur

 

İNSAN HAKLARININ KAPSAMI

İnsan haklarının kapsamı hakkında konuşurken üç noktanın altı özellikle çizilmelidir: Birincisi, insan haklarının, diğer haklardan farklı bir kapsayıcılığı vardır. Sözleşmeden veya hukuktan kaynaklanan herhangi bir haktan sözleşmeye veya olaya taraf olanların yararlanması söz konusu iken insan haklarından -insan olma sıfatından dolayı- herkes yararlanır. İnsan hakları bağlamında insan, içinde yaşadığı toplumdan ve mekândan bağımsız hak sahibi bir varlık olarak kabul edilir.

 

İNSAN HAKLARININ KAPSAMI

İnsan haklarının kapsamı hakkında konuşurken üç noktanın altı özellikle çizilmelidir:

Birincisi, insan haklarının, diğer haklardan farklı bir kapsayıcılığı vardır. Sözleşmeden veya hukuktan kaynaklanan herhangi bir haktan sözleşmeye veya olaya taraf olanların yararlanması söz konusu iken insan haklarından -insan olma sıfatından dolayı- herkes yararlanır. İnsan hakları bağlamında insan, içinde yaşadığı toplumdan ve mekândan bağımsız hak sahibi bir varlık olarak kabul edilir.

İkincisi, insan haklarının varlığı devletlerin tanımasına bağlı değildir. Devletlerin insan haklarını tanıması veya tanımaması, hukuki güvence altına alması veya almaması insan haklarına bir halel getirmez. Bir devletin, insan haklarından herhangi birini (mesela ifade özgürlüğünü) tanımaması, o hakkı insan hakkı olmaktan çıkarmaz. İnsan hakları, tüm insanları kapsayacak şekilde vardırlar; devletlere düşen bu hakları tanımak ve bu hakların hayata geçirilmesi için azami çaba göstermektedir.

Üçüncüsü insan haklarının, üzerinde mutabakata varılmış, mutlak ve değişmez bir kapsamı yoktur; insan haklarının kapsamı sürekli olarak genişler ve değişir. Toplumsal hayat içinde şartların ve imkânların değişmesine, insan onuru hakkındaki düşüncelerin farklılaşmasına, yeni siyasi güçlerin ve teknolojilerin ortaya çıkmasına ve hatta geçmişteki insan hakları alanında elde edilmiş başarılara bağlı olarak insan haklarının kapsamı genişlemiş ve gelişmiştir; bundan sonra da böyle olacaktır

 

İnsan Haklarının Öznesi

Eğer insan hakları, bir kişinin salt insan olmasından kaynaklanan haklar ise bu takdirde sadece insanların insan hakları vardır; eğer birisi insan değilse o tanımı gereği insan haklarına sahip olamaz. Yalnızca bireyler, insan oldukları için insan haklarına sahiptirler. Birey olarak insanın dışında herhangi bir toplumsal-kolektif yapıntının insan haklarına sahip olduğu düşünülemez. İnsan hakları, maddi ve manevi boyutlarıyla tam olarak bireye tanınmıştır; dolayısıyla insan haklarının öznesi de - topluluklar değil- bireylerdir. Bunun nedeni; sadece bireylerin seçebilme ve tercih edebilmesidir

 

 

İNSAN HAKLARININ DÜŞÜNSEL ÖNCÜLLERİ

Eski Çağ’da İnsan Hakları Düşüncesi

İnsan haklarının düşünsel nüveleri Eski Yunan’da bulunabilir. İnsan hakları, özünde, siyasi iktidarı sınırlandırmayı ve iktidarın elinde bulundurduğu gücü keyfi bir şekilde kullanmasını engellemeyi amaçlayan bir düşüncedir. Bu itibarla insanların siyasal iktidara karşı mutlaka korunması gerektiğinin belirtildiği, insanların siyasal iktidarlar karşısında dokunulamaz, vazgeçilemez ve devredilemez haklara sahip olduğunun ifade edildiği andan itibaren insan hakları düşüncesinin ortaya çıktığı söylenebilir. Bu düşüncenin ilk izlerine ise Eski Yunan’da rastlanır. Eski Yunan düşüncesi insana, insanın sorunlarına ve taleplerine uzun bir süre kayıtsız kalmış ve bütün ilgisini doğa üzerinde yoğunlaştırmıştır. Felsefi düşünce önceleri doğanın nasıl meydana geldiği ve varlığın ilk maddesinin ne olduğu gibi sorulara cevap bulmaya çalışmıştır. Ancak MÖ 5. yüzyılda Atina’da, insana yönelen, insanı siyasal ve sosyal ortamı içinde değerlendiren ve adına Sofizm denilen bir düşünce akımı ortaya çıkmıştır. Sofistler, evrenin nasıl ve neden oluştuğuna dair bitmez tükenmez spekülasyonlarla uğraşmanın gereksizliğine inanıyorlardı, bu nedenle düşüncelerinin odağına insanı yerleştirdiler ve insan ve toplum sorunları üzerine eğildiler. Sofistlere göre, insanın dışında ve ötesinde gerçek, doğru ve iyi yoktu, tüm değer ve yargılar insana bağlıydı. “Metron antropos panton = İnsan her şeyin ölçüsüdür” sözü Sofistlerin mottosu idi.

 

Aristokrat: Bir toplumda seçkin bir yere sahip olan ve soy itibariyle diğer insanlardan farklı ve ayrıcalıklı özellikleri taşıdığı varsayılan kişilere verilen addır.

Aristokrasi: Bir toplumda ekonomik, sosyal ve siyasi gücün imtiyazlı ve genellikle soyca üstün sayılan bir sınıfın elinde bulunduğu tarihi bir yönetim biçimidir. Sokrates’in temel değeri “polis”ti. Polisi kutsal organik bir varlık ve yeryüzündeki en büyük iyilik olarak gören Sokrates, toplumdaki adaletsizliklerle ve kötülüklerle mücadele ederken bile polise zarar gelmemesineözen gösterilmesi gerektiğinin altını çiziyordu. Sokrates, polisin yaptıkları haksız da olsa ona uyulmasını salık veriyor ve bireyi polisi karşısında tamamen savunmasız bırakıyordu; dolasıyla onun düşüncesinde insan haklarını korumaya yönelik bir siyasi duruş yoktu. Mükemmel bir yönetimin ancak doğal olarak yönetme yeteneğini taşıyanların (bilgelerin, filozofların) işbaşında olmasıyla gerçekleşebileceğini savunan Platon, demokrasiye karşıdır. Platon’a göre, demokratik rejim halkı aydınlatan bir rejim olmaktan ziyade, halka yaltaklanan bir rejimdir. Bu rejimde demagoglar türemekte ve bu demagoglar halkın kolaya kaçma isteğini sömürmektedirler. Bu nedenle demokrasi dayanaklı ve sürekli olmayan bir rejimdir; demokrasinin muhtemel sonucu ise tiranlıktır.

 

Stoisizm: Kıbrıslı Zenon tarafından kurulan ve dönemim Atina’sının en önemli felsefe okullarından biri olan Stoa Okulu, insan bağımsızlığını ve yetkinliğini amaçlar. Bireysel mutluluğu büyük ölçüde toplumsal yaşamanın içine yerleştiren Stoacılık, bireycilik ve evrenselciliği uzlaştırmaya çalışır. Stoacılık, polis ulusçuluğunu aşar ve insanlar arasında hiçbir fark gözetmeksizin onları tek bir devlet altında birleştirmeye yönelir.

 

 

 




 

Etiketler: İNSAN HAKLARI VE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ ULİ303 - AÖF Ders Notları Ünite 1 - AÖF Ders Özetleri açıköğretim, aöf arasınav, aöf bütünlama, aöf ders özeti.aöf konu özeti, aöf final, aöf çıkmış sorular-