Tarih :3.11.2013
ULİ301 STRATEJİ VE GÜVENLİK Ders Özeti - AÖF Ders Özetleri-- açıköğretim, aöf arasınav, aöf bütünlama, aöf ders özeti.aöf konu özeti, aöf final, aöf çıkmış sorular

 1. Ünite – Strateji ve Güvenlik Kavramları

 

STRATEJİ KAVRAMI

Strateji kavramı Stratejik Çalışmalar disiplininin anahtar kavramıdır. Antik Yunanda “strategos” general anlamına gelir. Strateji kelimesinin kökü olan “strategia” ise generalin sanatı veya işi demektir.

 

TAKTİK, ASKERİ STRATEJİ VE GENEL STRATEJİ TANIMLARI

Dar anlamda strateji, Eski Yunan geleneğinde generallik sanatını, yani askeri araçların savaşın amacına ulaşmada kullanılmasını ifade eder. Prusyalı General Carl von Clausewitz, 1832’de yayınlanan “Savaş Üzerine” başlıklı çalışmasında “stratejiyi savaşın amaçlarına ulaşmak için muharebenin araç olarak kullanılması teorisi” şeklinde tanımlamaktadır. Benzer şekilde, İngiliz askeri tarihçi Sir Basil Henry Liddell Hart’ın 1941’de ilk baskısını yapan “Strateji:

Dolaylı Tutum” başlıklı eserinde belirttiği üzere “strateji, politikanın amaçlarının gerçekleştirilmesi için askeri imkânların dağıtımı ve uygulanması sanatıdır”. Prusyalı General Helmuth Karl Bernhard von Moltke’nin tanımına göre de “strateji generalin emrine verilen araçların savaşın amacına erişmek üzere pratik düzeyde uyarlanmasıdır”.

 

Helmuth Karl Bernhard von Moltke (1800–1891): Prusya'lı asker ve

stratejist. Genelkurmay Başkanı olarak 1866 ve 1870 savaşlarında Avusturya ve Fransa’ya yönelik harekâtları yönetmiştir. Alman Birliği’nin kurulmasının ardından Alman ordusunun geliştirilmesine önemli katkılarda bulunan Von Moltke, II. Mahmut tarafından da Osmanlı

Ordusunun iyileştirilmesi amacıyla görevlendirilmiştir. Von Moltke, Clausewitz etkisiyle stratejinin daha çok askeri boyutuyla ilgilenmiştir. Geniş anlamda strateji ise, Hart’ın tanımı ışığında bir ulusun ya da uluslar topluluğunun siyasi amaçlara ulaşabilmek için tüm kaynaklarını koordine etmesini ve yönlendirmesini içeren bir kavramdır. Genel strateji, yüksek strateji ya da ulusal strateji olarak da anılan bu kavram bir milletin siyasi, ekonomik, askeri, psikolojik kaynaklarını savaş ve barış zamanında hükümetin belirlediği ulusal siyasi hedefleri elde etmeye yönelik en fazla desteği verecek şekilde yönlendirme bilim ve sanatıdır. Bu tanım, gücün askeri olmayan araçlarının da stratejinin belirlenmesinde kullanılacağını açık biçimde ortaya koyar. Andre Beaufre tarafından da belirtildiği üzere, strateji ekonomik, siyasi ve askeri araçları içerir ve koordine eder

 

STRATEJİ DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ

Stratejinin anahtar kavramı olduğu Stratejik Çalışmalar disiplini bir akademik alan olarak nükleer silahlanma ve Soğuk Savaş ile birlikte gelişmiştir. Buna karşılık, strateji düşüncesinin köklerini çok daha eskilerde bulmak mümkündür. Strateji düşüncesinin özünde savaş vardır, dolayısıyla strateji kavramının temellerini tarihte çeşitli savaşları anlatan ve savaşların nasıl yürütülmesi gerektiğini inceleyen eser ve yazarlarda bulabiliriz. Stratejik düşüncenin gelişimini üç dönemde incelemek mümkün: 18. yüzyıl öncesi klasik dönem, 18. yüzyıl sonrası modern dönem ve nükleer silahların geliştiği dönem.

 

Klasik Dönemde Strateji

Klasik dönemde stratejinin eş anlamlısı olarak algılanan savaş sanatı genel itibarıyla düşmana ya da rakibe tuzak kurma vb. hayvan avcılığı döneminden kalma taktiklerle ifade ediliyordu. Savaş sanatı denildiğinde tarihten akla ilk gelen isimler Makedonya Kralı Aleksandros (Büyük İskender) (M.Ö. 356-323), Kartacalı ünlü komutan Hannibal (M.Ö. 246-183) ve Roma İmparatoru Gaius Julius Ceasar (M.Ö. 100-44)’dır. Girecekleri çatışmaları önceden planlamaları, bu planlamaları tek tek muharebeleri kazanmaya yönelik olarak yapmaları ve muharebelerin de kısa ve sert olarak tasarlanması stratejik düşüncenin ve uygulamanın derinliklerinde karşımıza çıkıyor.

 

Sun Tzu’nun Strateji Anlayışı

Strateji ile ilgili ilk fikirleri ortaya atan M.Ö. 5. yüzyılda yaşayan Çinli filozof SunTzu’dur.

Sun Tzu’nun strateji anlayışını en iyi “Savaş Sanatı” başlıklı eserindeki şu ifadesinden tespit edebilirsiniz: “Strateji uzmanı bir komutan, nihai zaferi kazandıktan sonra küçük muharebelerle uğraşır, hâlbuki yenilmeye mahkûm bir komutan önce küçük muharebelerle kendini yıpratır, daha sonra nihai zafer yollarını arar.” Bir başka deyişle, strateji savaşın amacına ulaşılması ile eşanlamlıdır. Sun Tzu, “savaşların tümünde savaşarak zaptetmek en üstün başarı değildir; üstün başarı düşmanın direncini savaşmadan kırmaktır” anlayışını benimseyerek stratejinin sadece cephede savaşmak olmadığını da yüzyıllar öncesinden ortaya koymuştur.

 

Thucydides’in Strateji Anlayışı

Thucydides’in strateji anlayışını kadim Yunan şehir-devletleri olan Atina ile Sparta arasındaki Peleponnez savaşlarını (M.Ö. 431-404) anlattığı ünlü kitabında bulabiliriz. Thucydides, işbirliği ve yüksek moral değerlerden çok güç politikasının, yani ulusal çıkar ve güç peşinde koşmanın savaşa neden olduğunu belirtmiştir. Uluslar arası ilişkilerde “güçlünün yapabileceklerini yapacağını, güçsüz olanlarınsa bunları kabullenmek zorunda olduklarını” ileri süren Thucydides, bu yaklaşımıyla strateji kavramının güç kavramıyla özdeş olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Machiavelli’nin Strateji Anlayışı

Machiavelli’nin strateji anlayışını 16. yüzyılda yazdığı ve devlet adamlarına güç maksimizasyonu için pratik tavsiyelerde bulunduğu “Prens” ve “Savaş Sanatı” başlıklı eserlerinde görmek mümkün. Machiavelli’ye göre yöneticilerin devletin varlığını sürdürebilmek için bireyin sahip olduğundan farklı ahlaki değerlerle hareket etmesi gerekir. Yöneticilerin temel sorumluluğu her zaman kendi ulusal çıkarlarını korumak, ilerletmeye çalışmak ve bekâyı sağlamaktır. Bu da güçlü olmayı gerekli kılar

 

Modern Dönemde Stratejik Düşünce

Modern dönem 18. yüzyılda Napoleon savaşları ile başlar (Booth, 1987). Modern dönemde stratejik düşüncenin dört önemli öncüsü Napolyon, Jomini, Clausewitz ve Hart’ın strateji anlayışları dönemin temel özelliklerini açıklamak için yol göstericidir.

 

Napoléon’un Strateji Anlayışı

Tarihin akışını değiştiren önemli siyasetçi ve askerlerden biri olan ve ulus devlet anlayışının yaygınlaştığı bir dönemi temsil eden Napoléon Bonaparte modern dönemin ilk büyük stratejisti olarak kabul edilir. Strateji kavramına en büyük katkısı askeri yöntemleri, yani kuvvet kullanımını belli prensipler çerçevesinde ele alıp, politik bir hareketin parçası olarak tanımlamasıdır. Fransız toplumunun eşit haklara sahip yurttaşlar olarak ulus-devletin güvenliğine etkin katılım sağlaması ile oluşturulan ulus-ordu sistemi, tüm Fransa vatandaşı erkeklere askerlik yapma yükümlülüğü getirdi. Askeri kapasitenin bu yolla artırılmasıyla beraber Napoléon, geçmişte yaşanan savaşlarda uygulanan savaşan tarafların askerlerinin tek bir sıra halinde karşılıklı yürüyerek sırayla ateş ettiği düz hat taktiği yerine, hareketli birimlerle savaş mantığını geliştirmiş ve orduyu komuta dağılımını sağlamak için küçük bölümlere ayırmıştır.

 

Jomini’nin Strateji Anlayışı

Antoine-Henri de Jomini uzun yıllar Napoléon Bonaparte’ın ordusunda görev yapmış bir subaydır. Özellikle Fransız ordusundan ayrılıp Rus ordusuna katılmasıyla beraber aldığı sorumluluk onun kendi fikirlerini uygulamasına izin vermiştir. Onun stratejik bilgisini önemli kılan kendi ordusunu çağdaşı olan ordulardan birkaç adım öne çıkartacak hamleler yapmış olmasıdır. 18. yüzyılın son döneminde ordular dolaysız bir biçimde savaş alanında karşı karşıya gelmekteydiler ve bu yüzden yapılan manevralar oldukça kritik bir öneme sahipti. Jomini bu türdeki savaşların hem asker hem de kaynak kaybına yol açtığını fark ederek sadece manevra yapmanın yetersiz olduğunu ortaya koymuş ve manevraların hızlı gerçekleştirilmesinin daha önemli olduğunu savunmuştur. Süratli hamleler yapabilmek için ordunun küçük parçalar halinde -bir bütünün organik parçaları olmak kaydıyla- yeniden örgütlenmesi gerektiğini savunmuştur.

 

Clausewitz’in Strateji Anlayışı

Savaş stratejisi anlayışının gelişmesine katkı yapan öncü düşünür ve askerlerden biri olan Carl von Clausewitz, “Savaş Üzerine” başlıklı kitabında strateji ile savaş arasında doğrudan ilişki kurmuş; bu tartışmayı da aldığı felsefe eğitimi çerçevesinde esas itibarıyla felsefi bir temele oturtmuştur. Clausewitz, bu eserinde savaşın doğası, teorisi, savaş-siyaset ilişkisi, strateji, muharebe ve savaşın yürütülmesi gibi konulardan bahseder. Bunları hem felsefi olarak inceler, hem de pratik önermelerde bulunur.

 

Hart’ın Strateji Anlayışı

Strateji ve savaş konusunda yukarıda değinilen üç önemli düşünüre ek olarak askerlik ve savaşta kazanmanın, zafer elde etmenin neden sonuç ilişkilerini “ dolaylı tutum” kavramıyla açıklamaya çalışan bir başka düşünür olan Liddell Hart’ın strateji anlayışını incelemek gerekmektedir. Bu bağlamda, Hart’ın çalışmalarının en önemlilerinden biri olan “Strateji-Dolaylı Tutum” hem dünya tarihinde yazıldığı güne kadar gerçekleşen savaşların tarihini analitik bir görüşle irdelemesi, hem de stratejinin tarihsel gelişimini ele alması bakımından önem arz etmektedir. Hart stratejinin tarihini M.Ö. 5. yüzyıldan başlatmasıyla bu alandaki çalışmalara ciddi anlamda ilk tarihsel perspektifi kazandırmıştır. Antik Yunan ve Roma’dan itibaren Napoleon savaşları da dâhil olmak üzere kaynağına ulaşılabilen tüm savaşları sebep sonuç ilişkileri içerisinde bir araya toplamış ve 20. yüzyıla kadar getirdiği savaşın tarihinden bir takım sonuçlar çıkartarak strateji kavramının geçirdiği değişime işaret ederek hepsinin özünde düşmanı dolaylı yollardan yanıltmanın önemini vurgulamıştır.

 

Nükleer Dönemde Stratejik Düşünce

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan nükleer dönemde strateji anlayış kendinden önceki dönemlerden dört temel noktada farklılık taşır:

• Fransa başbakanlarından Georges Benjamin Clemenceau’nun “savaş, generallere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir” sözünü haklı çıkaracak şekilde, özellikle nükleer dönemde politikacılara tavsiyelerde bulunan stratejistler artık akademik kuruluşlarda görev yapan sivil uzmanlardır.

• İlk iki dönemde, strateji daha çok askerlik bilimi ile ilintili bir kavram iken, yeni dönemde disiplinlerararası bir nitelik kazanmıştır. Dönemin ünlü stratejistleri farklı disiplinlerdeki uzmanlıklarıyla ünlüdürler. Örneğin, Herman Kahn fizikçi, Thomas Schelling ekonomist, Henry Kissenger tarihçi, Albert Wohlstetter matematikçi, Morris Janowitz sosyolog, Paul Keskemeti psikolog, Bernard Brodie, William Kaufmann ve Glenn Synder ise siyaset bilimcidir (Walt, 1991).

• Bernard Brodie’nin özellikle ekonominin yöntemlerinin kullanılmasını salık vererek başını çektiği bir akım doğrultusunda bilimsellik anlayışı nükleer dönemde strateji düşüncesinin özünü oluşturmuştur.

 

GÜVENLİK KAVRAMI

Kelime anlamıyla güvenlik kişilerin korkusuzca yaşayabilmeleri durumu ve zarar veya tehlikeye karşı emniyet halidir. Bir başka deyişle, tehditle yüzleşme ve tehdide rağmen hayatta kalma güvenliğin temel dinamikleridir. 1940’larda Stratejik Çalışmalar adıyla doğan ve 1980’lerde Güvenlik Çalışmaları adını alan disiplinin anahtar kavramıdır. 1980’lere kadar askeri strateji ve güvenlik kavramları neredeyse eş anlamlı kullanılıyordu. 1980’lerden itibaren güvenlik kavramı farklı tanımlara işaret eden bir dönüşüm geçirdi.

 

GÜVENLİK KAVRAMININ TANIMINDA DÖNÜŞÜM

Güvenlik kavramı, Soğuk Savaşın başladığı 1940’lardan Soğuk Savaşın sona erdiği 1980’lere kadar neredeyse tamamen Stratejik Çalışmalar’ın gölgesinde tanımlanıyordu. Yani, bu döneme kadar güvenlik, devletleri ilgilendiren askeri sorunlar çerçevesinde devletlerin uyguladığı güç politikaları ile özdeşleştiriliyordu. 1980 öncesi dönemde güvenlik kavramının Stratejik Çalışmalar ötesinde tanımlanmasına dair girişimler yok denecek kadar azdı. 1980’lerden itibaren güvenlik Stratejik Çalışmalar’ın dar kalıbına sığmayan bir kavrama dönüştü. 1980’lerin sonlarında, süper güçler arasındaki nükleer gerilim ortadan kalkarken, güvenliğin askeri sorunların yanı sıra yoksulluk, nüfus fazlalığı, çevre sorunları, siyasi baskılar, suç, ekonomik istikrarsızlık, hastalık, göç vb. sorunlarla tehdit edildiği anlayışı yerleşmeye başlamıştı. Askeri nitelik taşımayan bu tehditler hep vardı, fakat Soğuk Savaş yılları boyunca askeri konuların gölgesinde kalmıştı. SSCB lideri Mihail Gorbaçov’un Soğuk Savaşın tarihe karışması ile sonuçlanacak politikalar benimsediği, Doğu Avrupa’da devrimlerin gerçekleştiği, Berlin duvarının yıkıldığı, Varşova Paktının ve en nihayetinde de SSCB’nin dağıldığı yıllarda askeri tehditlerin uluslararası güvenlik ilişkilerindeki önemi arka plana itildi. Bu şekilde, uluslararası güvenlik ilişkilerini etkileyen yeni sorunların belirginleşmesi, güvenliğin Stratejik Çalışmalar ötesinde tanımının yapılmasını gerektirdi. Bir başka deyişle, güvenlik gündemine alınan yeni sorunların devletlerin karşılaştığı askeri sorunların askeri gücün maksimizasyonu çerçevesinde çözümünü öngören güç kavramı ile açıklanması mümkün değildi. Bu çerçevede, güvenlik kavramı nın askeri tehditler ötesinde kavramsallaştırılmasına ihtiyaç duyuldu.

 

GÜVENLİK KAVRAMININ ANA UNSURLARI

Güvenlik kavramının ana unsurlarının ne olduğuna dair kapsamlı ilk çalışmayı Arnold Wolfers yapmıştır. Wolfers, güvenliği “kazanılmış değerlere kasteden tehditlerin ya da bu tehditlerin varlığına dair korkuların bulunup bulunmaması” olarak tanımlayıp, kavramın ana unsurlarının belirlenmesinde “hangi değerlere kasteden tehditlerin, hangi araçlarla, ne pahasına bertaraf edileceği” sorularının cevaplanması gerektiğini ifade etmiştir (Wolfers, 1952) Wolfers’dan esinlenen David Baldwin de, güvenliğin yedi unsurunu şu şekilde sıralamaktadır: “Kim ve hangi değerler için, hangi tehditlere karşı, hangi araçlarla, ne pahasına, ne kadar sürede, ne ölçüde güvenlik?” (Baldwin, 1997). Buna karşılık, güvenlik kavramını tanımlayan eserleri genel olarak incelediğimizde yoğunlukla iki unsurun kullanıldığını görürüz: Bu unsurlardan ilki olan güvenlik özneleri, kim için güvenlik sorularında, ikincisi olan güvenlik tehditleri ise, neye karşı güvenlik sorusuna cevap vermektedir. Güvenlik kavramına bu soruların cevaplarına bağlı olarak devlet güvenliği ya da ekonomik güvenlik örneklerinde olduğu gibi etiketler yapıştırılmaktadır

 

Güvenlik Özneleri

Kimin güvenliği sorusunun cevabını ortaya koymayan güvenlik kavramı bir anlam ifade etmez. Günümüz Güvenlik Çalışmaları literatüründe güvenlik öznelerinin kimler olduğuna dair bir uzlaşı yoktur. Her bir güvenlik teorisi bireylerden uluslar arası sisteme kadar değişen tercihlere sahiptir. Kimi teoriler yalnızca herhangi bir öznenin güvenliğine odaklanırken –feministler ve kadın-, kimileri de –örneğin, Kopenhag Okulu- güvenlik aktörleri bakımından çok boyutlu bir anlayışı benimsemektedir. Çok boyutlu yaklaşımda, bireylerin, çeşitli etnik ve dini kimliklere sahip gruplardan oluşan toplumun, ulusun, devletin ve sistemin güvenliğinin bir arada bulunabileceği görüşü hâkimdir. Kim için güvenlik sorusunun tek bir cevabı yoktur. Güvenlik teorilerinin büyük bir kısmı tek bir aktöre yönelmek suretiyle güvenliği kavramsallaştırsa da, yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere Güvenlik Çalışmaları’nı tek ve yeknesak bir aktör çerçevesinde şekillendirmek mümkün değildir. Tek bir güvenlik öznesi benimsemek yerine, somut analizler yapılarak; zaman, mekân ve konuya bağlı uygun bir güvenlik öznesi tespit edilmesi daha sağlıklı bir yaklaşımdır (Wyn Jones, 1996). Bu çerçevede, “güvenliği tehdit edilen şey” bazen birey, bazen devlet, bazen de sistem düzeyinde kendini gösterebilir. Son yıllarda, Kopenhag Okulunun da böylesine bir yaklaşım benimsediğini söylemek mümkündür.

 

Güvenlik Tehditleri

Geleneksel güvenlik anlayışında benimsenen güvenlik gündeminin özünde askeri tehditler vardır. Buna karşılık, uluslararası politikada meydana gelen değişimler sonucunda 1970’lerden itibaren güvenliğin askeri nitelik taşımayan sorunlarla da tehdit edildiğine ve güvenliğin analizinde bu geleneksel olmayan tehditlere yer verilmesi gerektiğine dair çağrılar yapılmaktadır. Günümüzde, realist akımlar dışında neredeyse tüm güvenlik teorileri, güvenliğin çevreden sağlık sorunlarına, ekonomik istikrarsızlıklardan göçe kadar çok geniş bir çerçevede ele alınması gerektiği konusunda hemfikirdir. Örneğin, Üçüncü Dünya Güvenlik Okulu güvenliğin nükleer silahlar kadar gıda, sağlık, para, ticaret gibi sorunlardan da etkilendiğini vurgular. Bu çerçevede, Üçüncü Dünyayı etkilediği sürece yoksulluk, eğitimsizlik, sağlık gibi konuları güvenlik tehditleri olarak görmek mümkündür. Benzer şekilde, kadınlara yönelik her türlü şiddet ve kadınların maruz kaldığı her türlü ayrımcılık feministler tarafından güvenlik sorunu olarak algılanmaktadır. Ozon tabakasının delinmesi bile bir güvenlik sorunu olarak değerlendirilebilmektedir. Bu çerçevedeki en geniş yorum eleştirellerce yapılmıştır: Eleştirel Güvenlik Çalışmaları’nda bireyleri veya grupları tehdit eden her şey güvenlik sorunudur.




 

Etiketler: ULİ301 STRATEJİ VE GÜVENLİK Ders Özeti - AÖF Ders Özetleri açıköğretim, aöf arasınav, aöf bütünlama, aöf ders özeti.aöf konu özeti, aöf final, aöf çıkmış sorular-