Tarih :8.12.2013
TÜRK ANAYASA HUKUKU HUK107U- KISA AÖF DERS ÖZETİ - 2013 KREDİLİ SİSTEM ÇAN EĞRİSİNE UYGUN-- açıköğretim, aöf arasınav, aöf bütünleme, aöf ders notları, aöf ders özeti.aöf konu özeti,

1. Ünite— Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri

 

OSMANLI DÖNEMİ ANAYASAL GELİŞMELERİ

1808 Sened-i İttifak: Sened-i İttifak, 1808 yılında Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’nın girişimiyle Padişah II. Mahmut ile âyanlar arasında imzalanmış, yedi madde ve bir ekten oluşan bir belgedir. Dolayısıyla bu belge, âyanların dayatması sonucu değil, merkez adına hareket eden üst düzey görevlilerin girişimiyle kaleme alınmıştır. Sened-i İttifak ile âyan; padişaha sadakat, padişaha karşı ayaklananları cezalandırma, padişahın vergi toplama emirlerinin yerine getirilmesi, İstanbul’da asker ocaklarının ayaklanması durumunda bunu bastırma, kendi yönetimindeki yerlerin asayişine ve vergilerin ezici olmamasına dikkat etme sözü vermiştir.

 

1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu: Mustafa Reşit Paşa tarafından kaleme alınan Gülhane Hatt-ı Hümayunu, 3 Kasım 1839’da, sarayın bahçesinde, yabancı devlet temsilcileriyle halkın önünde okunarak ilan olunmuştur. Gülhane Hatt-ı Hümayunu aynı zamanda Tanzimat Fermanı olarak da bilinir. Bu ferman, padişahın tek taraflı iradesiyle yapılmış ve onun ağzından kaleme alınmıştır. Ferman, Osmanlı uyruklarına çeşitli hak ve özgürlükler tanımaktadır. Ferman’la birlikte kimsenin gizli olarak yargılanamaması, yasa dışı nedenlerle suçlanmaması ve cezalandırılmaması, idarenin keyfî işlemler yapamaması ve suç işleyen kişinin mirasçılarının değil kendisinin cezalandırılması ilkesi güvence altına alınmıştır. Yine Ferman’la mülkiyet güvenliği, müsadere yasağı, can, mal, ırz ve namus güvenliği, iltizamın kaldırılması, verginin herkesin mali gücüne göre alınması, memurların yasalara göre iş görmesi, vergi ve askerlik görevlerinin adil yasalarca yeniden düzenlenmesi öngörülmüştür. Tanzimat Fermanı’nın getirdiği en önemli yeniliklerden birisi, Ferman’da yer alan haklardan din ayrımı olmaksızın bütün Osmanlı uyruklarının yararlanmasıdır. Böylece eşitlik ilkesi ilk kez bu Ferman’da benimsenmiştir. Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun açıklanması için çıkarılan ek fermanda da “vezirden çobana kadar herkesin eşit olduğu” belirtilerek bu ilkeye bir kez daha açıklık getirilmiştir. Bu Ferman’ın dini ne olursa olsun herkesi eşit sayması, geleneksel İslam anlayışından kopuş demektir. Bu başlangıç, teokratik devletten uzaklaşma ve laikleşme yolundaki evrimin habercisidir (Tanör, 2004: 89).

 

Ferman, tanıdığı hak ve özgürlüklerin gerçekleştirilmesi için Meclis-i Ahkâmı Adliye ile askerî konuların düzenlenmesi amacıyla da Babı Seraskeri Darı fiûra adlı kurulların kurulmasını ve yasaların hazırlanmasında bu kurullara danışılmasını da öngörmüştür.

 

1856 Islahat Fermanı: Islahat Fermanı’nın esasları Hariciye Nazırı Ali Paşa ile İngiltere, Fransa ve Avusturya elçileri arasında kararlaştırılmış; Ferman, Sultan Abdülmecid tarafından ilan edilmiştir. Başka deyişle, Ferman dış baskı ürünüdür. Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki Kırım Savaşı’nda İngiltere, Fransa ve Avusturya, Osmanlı Devleti’nin tarafında yer almıştır. Bunun karşılığında da Sultan Abdülmecid, Paris’te yapılacak barış görüşmelerinden önce Islahat Fermanı’nı yayımlamıştır. Nitekim bu Ferman, daha sonra imzalanan Paris Antlaşması’nın 9. maddesinde de yer almıştır. Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı’nda tanınan her din ve mezhepten herkese can, mal, ırz dokunulmazlıkları ile Müslüman olmayan cemaatlerin öteden beri sahip olduğu ruhani ayrıcalıkları ve bağışıklıkları güvenceye almıştır. İşkence ve eziyet yasaklanmış; vergilendirmede düzeltime gidilmesi öngörülmüştür. Bütün din ve mezheplerin eşit olduğu bu Ferman’da da vurgulanmıştır.

 

1876 Kanun-u Esasi: Meşrutiyetçi akım, Tanzimat’ın ekonomik ve sosyal başarısızlıklarına, sonu alınamayan iç karışıklık ve dış müdahalelere ve 1871’den sonra iyice koyulaşan baskıcı rejime karşı yeni bir arayışın ifadesidir. Bu siyasi ve iktisadi bunalım döneminde reformist yöneticilerden Mithat Paşa, Serasker Avni Paşa ve Süleyman Paşa’nın başını çektiği bir grup 1876’da hükümet darbesi yaparak Abdülaziz’i tahttan indirmiştir. Yerine tahta çıkarılan V. Murat ancak birkaç ay padişah kalabilmiş ve kardeşi Abdülhamit, Kanun-u Esasi’yi ilan etme sözü vererek tahta çıkmıştır. II. Abdülhamit tahta çıktıktan sonra anayasayı hazırlaması için Cemiyeti Mahsusa isimli bir komisyon kurmuştur. Bu Komisyonun üyelerinin tümü Padişahça atanmış, Komisyon’un hazırladığı metin 23 Aralık 1876’da II. Abdülhamit tarafından kabul ve ilan edilmiştir (Tanör, 2004: 133). Böylece Osmanlı Devleti’nde I. Meşrutiyet dönemi başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-u

Esasi, hukuki açıdan padişahın tek yanlı işleminden doğmuş, kendi isteğiyle kendi iktidarını sınırladığı bir ferman anayasa örneğidir. Kanun-u Esasi 119 maddeden oluşmaktadır. Bu anayasanın getirdiği en önemli yenilik, temsilî nitelik taşıyan bir yasama organı, yani parlamento kurmuş olmasıdır. Yasama organının adı Meclis-i umumî’dir. Meclis-i Umumî, Heyet-i Âyan ve Heyet-i Mebusan olmak üzere iki kanattan oluşmaktadır. Heyet-i Âyan üyelerinin tümü padişah tarafından ömür boyu seçilmekte ve atanmaktadır. Heyet-i Mebusan üyeleri ise her 50 bin erkek nüfusa 1 temsilci olmak üzere 4 yıl için halk tarafından seçilmektedir.

 

Heyet-i Mebusan, seçimle işbaşına gelmiş ilk Osmanlı Meclisi’dir. Padişah, yürütme organının başı, hatta kendisidir. Bugünkü Bakanlar Kurulunun karşılığı olarak kullanılabilecek Meclis-i Vükelayı oluşturan sadrazam, şeyhülislam ve vekiller (bakanlar) padişah tarafından atanır ve görevden alınır. Meclis-i Vükela’nın aldığı kararlar ancak padişahın onayı ile uygulanabilir. Kanun-u Esasi, parlamenter hükümet sistemlerinde parlamentoya tanınan hükümeti denetlemeyetkisini Meclis-i Umumî’ye vermemiştir. Dolayısıyla, vekillerin parlamento önünde siyasi sorumluluğu yoktur. Vekiller yalnızca padişaha karşı sorumludur. Padişahın yasama meclislerinin kuruluşu ve işleyişinde de önemli rolü vardır. Padişah, Heyet-i Âyan’ın başkanını doğrudan, Heyet-i Mebusan’ın başkanını ise Mebusan tarafından gösterilecek üç aday arasından seçer ve atar. Her iki meclisin üyeleri de göreve başlarken padişaha bağlılık yemini eder. Padişah, Meclis-i Umumî’nin toplanmasına karar verir. Gerçekten de Osmanlı Parlamentosu’nun her iki kanadı da padişahın iradei seniyesi ile 1 Kasım’da açılır ve 1 Mart’ta kapanır.

 

Heyetlerden biri toplanık değilse öbürü de toplanamaz. Padişah, parlamentonun toplantı süresini uzatabilir ya da kısaltabilir. Gerektiğinde yeni seçimlere gitmek koşuluyla Heyet-i Mebusan’ın feshine karar verir. Padişah, Meclis-i Umumî’nin yasama faaliyetinde de söz sahibidir. Meclis üyeleri yalnızca kendi faaliyet alanlarına giren konularda ve ancak padişahın izniyle bir yasa teklif edebilir. Bir teklifin yasalaşması için Meclis-i Umumî’nin iki kanadı tarafından kabul edilmesi yeterli değildir. Metnin aynı zamanda padişah tarafından da onaylaması gerekir. Padişahın veto ettiği teklifi, Meclis’in yeniden görüşerek yasalaştırması mümkün değildir. Bu nedenle, Anayasa’nın padişaha tanıdığı bu yetki mutlak veto yetkisidir.

 

Kanun-u Esasi, aynı zamanda Osmanlı uyruğunda bulunan herkese bazı hak ve özgürlükler de tanımıştır. Kişi, din, basın, ticaret, eğitim özgürlükleri; dilekçe ve kamu hizmetine girme hakları; müsadere, angarya, işkence ve eziyet yasağı, mal ve konut dokunulmazlığı, verginin kanunla alınması bunlar arasında sayılabilir. Ayrıca, mahkemelerin bağımsızlığı, yargıçların azlolunamayacağı, kanunî hâkim güvencesi gibi çeşitli yargısal güvenceler de bu anayasada düzenlenmiştir. Ne var ki, polis soruşturmasıyla hükümetin güvenliğini bozdukları kanıtlanan kişileri sürgüne yollama yetkisini padişaha veren ünlü 113. maddeyle, Anayasa’nın getirdiği bütün hak ve özgürlüklerle diğer güvenceler kâğıt üzerinde kalmıştır.

 

1909 Kanun-u Esasi Değişiklikleri: 1908’de Rumeli’de çıkan meşrutiyet yanlısı ayaklanmanın padişah güçleri tarafından bastırılamaması sonucunda, II. Abdülhamit’in 23 Temmuz 1908’de Meclis-i Mebusan’ı toplantıya çağırmasıyla II. Meşrutiyet Dönemi başlamıştır. Meclis-i Mebusan seçimlerinin yapılmasından sonra Aralık 1908’de Meclis-i Umumî ilk toplan-tısını yapmıştır. Bu arada, Meşrutiyet rejimine karşı olan II. Abdülhamit yandaşlarının ayaklanması, Mahmut fievket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu’nun Rumeli’den İstanbul’a gelmesiyle bastırılmıştır. Tarihe “31 Mart Olayı” olarak geçen bu ayaklanmanın bastırılmasının ardından Meclis, bu ayaklanmaya hoşgörülü yaklaşan II. Abdülhamit’i tahttan indirerek yerine Mehmet Reşat’ı getirmiştir. 17 Aralık 1908’de açılan yeni meclisin yaptığı en önemli işlerden biri, 8 Ağustos 1909 tarihli yasayla Kanun-u Esasi’de köklü değişikliklere gitmek olmuştur. O nedenle bu Anayasa’dan bugün “1909 Anayasası” olarak da söz edenler vardır.

 

1909 değişikliği, oluş biçimi açısından “iki yanlı”lığın bütün özelliklerini taşır. Yani padişahın iradesinin yanında ona kendisini kabul ettirebilmiş, temsilî bir meclis vardır. Bu dönüşüm misak Anayasa’ya geçişi vurgular (Tanör, 2004: 192; Teziç, 2009: 158). 1909 Anayasa değişikliklerinde göze çarpan en önemli yönlerden biri, bu değişikliklerin padişahın yetkilerini klasik parlamenter sistemde devlet başkanlarına tanınan simgesel yetkiler düzeyine indirmesi ve Meclis-i Mebusan’ın yetkilerini artırmasıdır. Klasik parlamenter sistemde yürütme organı devlet başkanı ve bakanlar kurulundan oluşur. Yürütme organının parlamentoya karşı siyaseten sorumlu kanadı Bakanlar Kuruludur. Devlet başkanı siyaseten sorumsuzdur, o nedenle yetkileri de son derece sınırlıdır. Bakanlar Kurulu, parlamento çoğunluğunun güvenine dayanır. Parlamento, Bakanlar Kurulunu her zaman denetleme ve düşürme yetkisine sahiptir. Buna karşılık yürütme organının da parlamentoyu feshetme yetkisi vardır.

 

MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİ GELİfiMELERİ VE CUMHURİYET’İN İLÂNI

 

1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu): Kurtuluş Savaşı koşullarında yeni bir devlet ve iktidar düzeni oluşmaya başlamış ve yeni düzenin kurallarını belirleyecek yeni bir anayasa ihtiyacı belirginleşmiştir. Mustafa Kemal, 19 Mart 1920’de Heyet-i Temsiliye adına yayınladığı bildiride “olağanüstü yetkilere sahip bir meclis”i Ankara’da toplantıya çağırmıştır. Bununla kastedilen, oluşturulacak meclisin bir “kurucu meclis” olacağıdır. 1921 Anayasası, Mustafa Kemal’in yönlendirmesiyle icra vekilleri heyeti tarafından hazırlanmış ve Büyük Millet Meclisi’nin (BMM) özel bir komisyonu tarafından incelenerek Meclis’e sunulmuştur (Özbudun, 1992: 8; Gözübüyük, 2011: 38). 1921 Anayasası’nın görüşülmesinde ve kabulünde özel yöntemler ve özel kabul yeter sayısı aranmamıştır. Bu Anayasa, adi (alelade) kanunlar için öngörülen normal usullerle görüşülmüş ve kabul edilmiş olduğundan, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi içindeki tek yumuşak (esnek) anayasadır ve kendi değiştirilişine ilişkin bir düzenleme de getirmemiştir.

 

CUMHURİYET DÖNEMİ ANAYASAL GELİŞMELERİ

1924 Anayasası: 1921 Anayasası, ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak için mücadele edilen olağanüstü dönemde ve bu dönemin gereksinimlerini karşılamak amacıyla yapılmıştır. Bu anayasa hem çok kısa olması, hem yargı organı ve temel hak ve özgürlükler gibi bazı temel konuları düzenlememesi nedeniyle yeni kurulan devletin gereksinimlerine yanıt verememiştir. 1924 Anayasası, işte bu gereksinimi karşılamak amacıyla yapılmış; kabul edilmeden kısa süre önce, 3 Mart 1924’te halifelik kaldırılmıştır. 1924 Anayasası II. TBMM tarafından yapılmıştır. Bu Meclis, yeni bir anayasa yapmak amacıyla seçilmiş ve toplanmış bir kurucu meclis değildir. Anayasa TBMM Anayasa Komisyonu (Kanun-u Esasi Encümeni) tarafından hazırlanmış, 20 Nisan 1924’te kabul edilmiş, 23 Nisan 1924’te yürürlüğe girmiştir. 1924 Anayasası 105 maddeden oluşmaktadır. Önceki Anayasa’da yer alan ulusal egemenlik, cumhuriyet ve devletin dininin İslam olduğuna ilişkin düzenlemeler aynen korunmuştur. Yine, 1921 Anayasası’nın benimsediği sistemin devamı olarak yasama yetkisi ve yürütme erki TBMM’de toplanmıştır. Ancak Meclis yasama yetkisini bizzat, yürütme yetkisini ise kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun atayacağı Bakanlar Kurulu aracılığıyla kullanacaktır. 1924 Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı, Meclis tarafından ve kendi üyeleri arası ndan bir yasama dönemi için seçilir. Cumhurbaşkanı vatana ihanet dışında siyaseten sorumsuzdur. Cumhurbaşkanının bütün işlemleri başbakan ve ilgili bakanın imzasına bağlıdır. Dolayısıyla bu işlemlerden TBMM’ye karşı Cumhurbaşkanı değil, hükümet sorumludur. 1924 Anayasası, hükümetin bireysel ve toplu sorumluluğunu kabul etmiştir. Meclis, hükümeti her an denetleyebilir ve düşürebilir. Buna karşılık Anayasa, hükümete Meclisi feshetme yetkisi tanımamıştır. Bu düzenleme hem kuvvetler birliği ve Meclis hükümeti sistemine bağlı kalındığı, hem de yasama ve yürütme erklerinin birer görev olarak ayrıldığı anlamına gelir. Bu nedenle 1924 Anayasası’nın getirdiği hükümet sistemi, “güçler birliği ve görevler ayrılığı” olarak da adlandırılan karma bir sistem olarak tanımlanırAnayasa’nın 8. maddesine göre, yargı hakkı millet adına yasalar çerçevesinde bağımsız mahkemelerce kullanılır. Dolayısıyla

Anayasa, yasama ve yürütme erklerinin TBMM’ye ait olmasını öngörmekle birlikte, yargıyı bunun dışında tutmuştur. Ne var ki, 1924 Anayasası’nın uygulandığı ilk yıllarda, gerçekte Anayasa’ya aykırı olmakla birlikte; üyeleri TBMM tarafından seçilen milletvekillerinden oluşan İstiklâl Mahkemeleri kurulmuş ancak parlamenter sistemin daha bir yerleştiği 1950 sonrasında, TBMM’nin çok daha zayıf nitelikte yargı yetkisi kullanması anayasal düzene karşı darbe olarak nitelendirilmiştir (Eroğul, 2010:261).

 

Anayasa’nın, yargı organına ait olması gereken yasaları yorumlama ve tüzüklerin kanunlara aykırılığı savlarını çözme yetkilerini TBMM’ye vermesi de güçler birliği anlayışının izlerini yansıtmaktadır. 1924 Anayasası mahkemelerin bağımsızlığını sağlamak için bazı güvenceler getirmiştir. Buna göre, yargıçlar görevlerinde bağımsızdır. Anayasa, yargıçların azledilemeyeceği güvencesini getirmekle birlikte, “yasada gösterilen usul ve hâller”de bundan ayrılmayı da olanaklı duruma getirmiştir. Yargıçların hukuki statülerinin ve özlük haklarının da yasayla düzenlenmesi öngörülmüştür. Böylece, yargının ve yargıçların anayasal güvencelerinin yasalarla zayıflatılmasının ve siyasi düşüncelerle yargıya müdahale edilmesinin önü açık tutulmuştur

 

1961 Anayasası

1924 Anayasası dönemi, 27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti (DP) iktidarının askerî darbeyle devrilmesiyle sona ermiştir. Silahlı Kuvvetler adına ülkeyi yöneten Millî Birlik Komitesi (MBK) 13 Aralık 1960’ta kabul ettiği 157 sayılı Yasa’yla yeni anayasanın bir kurucu meclis tarafından yapılmasını kabul etmiştir. Kurucu Meclisin esas görevi, yeni Anayasa ile yeni seçim yasasını en kısa zamanda hazırlamaktır. 157 sayılı Yasa’ya göre, Kurucu Mecliste kabul edilecek olan anayasa halkoylamasına sunulacaktır. Anayasa’nın öngörülen sürede bitirilememesi ya da halkoylamasında reddedilmesi durumunda ise yeni bir Temsilciler Meclisi oluşturmak üzere seçimlere gidilecektir. Bu Kurucu Meclisin kabul edeceği anayasa ise halkoylamasına sunulmadan yürürlüğe girecektir.

 

1961 Anayasası’nı hazırlayan Kurucu Meclis, MBK ve Temsilciler Meclisi olmak üzere iki kanattan oluşturulmuştur. Temsilciler Meclisi genel oya dayanan bir seçimle kurulmamıştır. Yine de bu Meclis’te devlet başkanı ve MBK tarafından seçilen üyelerin yanı sıra; iller, mahkeme kararıyla kapatılmış olan DP dışındaki siyasal partiler; barolar, esnaf kuruluşları, gençlik kuruluşları, işçi sendikaları, sanayi ve ticaret odaları, üniversite ve yargı organları gibi toplumun farklı kesimlerinin çok dereceli bir yöntemle seçtikleri temsilciler yer almıştır. 1961 Anayasası, devlet biçiminin cumhuriyet olduğuna ilişkin 1923’ten beri var olan düzenlemeyi 1. maddesinde aynen korumuştur. 2. madde ise cumhuriyetin niteliklerini saymıştır. Buna göre, “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan millî, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Devletin insan haklarına dayanması, demokratik ve sosyal bir devlet olması, önceki anayasalarda bulunmayan bir yeniliktir.

 

1961 Anayasası, egemenliğin kullanılışına ilişkin anlayışı değiştirmiştir. Anayasa’nın 4/1. maddesine göre, egemenlik anayasanın koyduğu kurallara göre yetkili organlar eliyle kullanılacaktır. Artık egemenliğin kullanılması yalnızca TBMM’ye ait olan bir yetki değildir. TBMM, bu egemenliği kullanan çeşitli kurum ve organlardan yalnızca birisidir. Bu Anayasa, 1924 Anayasası’nın benimsediği bütün gücü yasama organında toplayan mutlak egemenlik anlayışını terk etmiş; yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirini denetlemesini, dolayısıyla da dengelemesini sağlayacak düzenlemeler getirilmiştirAnayasa, “Siyasal partiler ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, demokratik hayatın vazgeçilmez unsurudurlar” demekte ve bunların kapatılmasını ve mali denetimini Anayasa Mahkemesi’ne vermektedir. Böylece siyasal partiler anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Söz konusu düzenleme, özellikle muhalefetteki partilere anayasal meşruluk kazandırması açısından önemlidir (Erdoğan, 2011: 168).

 

1961 Anayasası 1971 ve 1973’te köklü değişiklikler geçirmiştir. Bu değişikliklerin genel olarak devlet otoritesini güçlendirmeye yönelik olduğu görülmektedir. Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname (KHK) çıkarma yetkisi verilmesi, üniversite özerkliğinin zayıflatılması, TRT’nin özerkliğinin kaldırılması, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) ile Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’nin (AYİM) kurulması, temel hak ve özgürlükler alanının daraltılması, yapılan çok sayıda değişiklik arasında ilk akla gelenlerdir.




 

Etiketler: TÜRK ANAYASA HUKUKU HUK107U- KISA AÖF DERS ÖZETİ - 2013 KREDİLİ SİSTEM ÇAN EĞRİSİNE UYGUN açıköğretim, aöf arasınav, aöf bütünleme, aöf ders notları, aöf ders özeti.aöf konu özeti, -